Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesinde “Toksikoloji Günleri” düzenlendi
İstanbul

Türkiye Acil Tıp Vakfı (TÜAT) tarafından Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Başhekimlik Binası Konferans Salonu’nda düzenlenen “Toksikoloji Günleri” etkinliğine katılan Prof. Dr. Memişoğlu, sağlık hizmetlerinin en zor ve en önemli yerlerinden birinin acil birimi olduğunu söyledi.

Acil servislerde, insanların en muhtaç ve zayıf anına müdahale edildiğini anlatan Memişoğlu, bu serviste nasıl bir işlem yapılacağı ve tedavi uygulanacağına ilişkin planlama süresinin çok kısıtlı olduğunu, bu nedenle acil servis çalışanlarının, esasında sağlık ordusunun öncüleri olduklarını belirtti.

Bir hastanenin hastane olabilmesi için acil servisinin iyi çalışması gerektiğini vurgulayan Memişoğlu, acil servislerin, hastanelerin kendini geliştirme alanları olduğunu ve acil servisini iyi çalıştırabilen yöneticinin, bütün branşlarını iyi çalıştırabileceğini söyledi.

Acil servise her türlü branşla ilgili başvuru olduğunu kaydeden Memişoğlu, bu birimin iyi yönetilmesi gerektiğini ifade etti.

Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, etkinliğin konusu olan toksikolojiye değinerek, “Toksikoloji maalesef çok gündeme gelmiyor. Hatta toplumun değil, sağlık çalışanlarının bile Zehir Danışma Merkezi’nin olduğunu bilmediği durumlarla karşılaşıyoruz.” dedi.

Memişoğlu, şöyle devam etti:

“Hatta toplumun değil, sağlık çalışanlarının bile Zehir Danışma Merkezi’nin olduğunu bilmediği durumlarla karşılaşıyoruz. Onun için vakfa, bu tür bir konuyu seçtikleri için teşekkür ediyorum. Toksikoloji, akrep sokmasından gıda zehirlenmesine, kimyasal atıklardan savaş türlerine kadar her şeyi kapsayan ve çok çeşitli semptomlarla karşınıza çıkan, çözülmesi çok zor ama gerekli olan, erken ve uygun müdahale ettiğinizde hastanın normal hayatını sürdürebildiği ama geç kalındığında veya uygun bir tedavi bulunmadığında hastayı kaybettiğimiz en önemli konularımızdan biri. Hastanın kliniğini, anamnezini iyi yönetemezseniz ve zamanında, hızlı müdahale edemezseniz kaybetme riskinizin yüksek olduğu veya sekellerle iyileştirdiğiniz bir hasta olur.”

Bu nedenle sempozyumda toksikolojiye neden olan her konunun tartışılmasının çok önemli olduğunun altını çizen Memişoğlu, “Bugün baktığınızda eğer bunu iyi yönetirseniz, birçok insanın hayatını kurtarırsınız, birçok insanı daha başlangıçta olacak komplike durumlardan kurtarırsınız. Esasında sadece hastanelerdeki acil servislerde değil, acilde ilk müdahale eden acil tıp teknisyeninden yoğun bakımda o hastayı yöneten kişiye kadar bütün süreci yönetmek durumundasınız.” değerlendirmesini yaptı.

Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Koordinatör Başhekimi Prof. Dr. Nurettin Yiyit ise değişen ve dönüşen dünyada toksikolojiye ayrılan zaman ve enerjinin büyüyeceğini düşündüğünü dile getirdi.

Hastanelerinde toksikoloji yoğun bakım servisi açıldığını belirten Yiyit, “Aslında birçok branşı etkileyen, birçok branşın sahip çıkması gereken konuyken ilk temas noktasında olan acil tıbbın bu konuyu sahiplenmesi, belki de yürütülmesi anlamında hem zaman kazandıracak hem de insanların bu dünyadaki zamanlarını sürdürmesinde en etkili, en faydalı hizmeti sunmuş olacaklar.” dedi.

“Skolyoz Bir Hastalık mıdır?” sempozyumu

Prof. Dr. Nurettin Yiyit ayrıca, Skolyoz Araştırma ve Tedavi Derneği (SATD) tarafından Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Hastanesinde düzenlenen “Skolyoz bir hastalık mıdır?” sempozyumuna da katıldı.

Burada konuşan Yiyit, dünyada haziranın “Skolyoz Farkındalık Ayı” olarak kutlandığını söyledi.

Skolyozun toplumda yüzde 3 oranında görüldüğünün altını çizen Yiyit, “Aslında bel kemiğimiz, vücudumuzun bütün yükünü tek başına sırtlanıyor. Bu bel kemiğinin bazen sağa, sola, bazen de dönerek şekli bozuluyor ve kişilerin bütün geleceğini etkileyecek sıkıntıya dönüşebiliyor.” diye konuştu.

Prof. Dr. Yiyit, skolyozun önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu aktararak, şöyle devam etti:

“Çok erken dönemlerde fark edilirse egzersizlerle düzeltilebiliyor. Biraz daha ilerlemiş dönemde yakalandığında ise fizik tedaviyle çok ciddi yol kat edilebiliyor. Çok ilerlediğinde ise işin içine cerrahi ameliyatlar giriyor. Amaç, olabildiğince bunu erken yakalayıp, kişinin hayatında bir sıkıntı olmaktan çıkarabilmek. Bunun için doktorlardan çok anne ve babalara iş düşüyor. Çocuklarını, özellikle büyüme döneminde gözlemlerlerse bel kemiğindeki sapmayı fark edebilirler. Omuzlardan birinin aşağıda birinin yukarıda olması, başının pozisyonu gibi çocuklarında farklılık gözlemlediklerinde mutlaka bu konuya eğilerek bir hekime götürmeliler.”

Fizik tedavi kliniklerinde özellikle hafif dereceli skolyozların tedavisiyle ilgilenen akademik kadroları bulunduğunu aktaran Yiyit, ayrıca ileri düzeydeki skolyozları ameliyat eden bir merkez olduklarını vurguladı.

SATD Başkanı olan, hastanenin Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Evrim Coşkun da omurganın eğriliği anlamına gelen skolyozun Türkiye’de genç nüfusta görüldüğünü söyledi.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de skolyoz konusunda farkındalık oranının düşük olduğuna dikkati çeken Coşkun, tek amaçlarının, hastaların geri dönüşümsüz problemlerden kurtulabilmesi için erken tanı ve tedaviye bir an önce başlanılması olduğunu sözlerine ekledi.

İklim değişikliğine bağlı kuraklık çölleşme riskini artırıyor
Edirne

Uzmanlar küresel ısınmanın etkilerine karşı üretimden, su kullanımına pek çok alışkanlığın değiştirilmesi gerektiği uyarısında bulundu.

Trakya Üniversitesi Doğal Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜDAM) Müdürü Prof. Dr. Mehmet Ali Kaya, AA muhabirine Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nün farkındalık ve bilinçlenme açısından önemli bir gün olduğunu söyledi.

Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’nin 17 Haziran 1994 yılında imzalandığını ve bu tarihten itibaren Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde farkındalık çalışmaları yapıldığını belirten Kaya, 40 maddeden oluşan sözleşmeye Türkiye’nin aynı yıl imza attığını anımsattı.

Çölleşmenin su kaybına bağlı olarak toprağın kuruması ve kuraklık sonucu oluştuğunu dile getiren Kaya, son yıllarda etkisini oldukça hissettiren küresel iklim değişikliğinin çölleşme riskini artırdığını vurguladı.

Çölleşmenin önemli bir sorun olduğuna değinen Kaya, şunları kaydetti:

“Küresel iklim değişikliği nedeniyle onlarca olay tetikleniyor. Kuraklık ve beraberinde çölleşme gerçekleşiyor. Susuzluğun başladığı yerde de çölleşme başlıyor. İklim değişikliği tarihte bildiğimiz Kavimler Göçü gibi göçmen ve mülteci hareketlerine neden olabilir. Burada egemen olan insanoğlunun doğayı ve havayı kirletmesi, havadaki karbondioksit emisyonunu yükselmiş olması. Dolayısıyla çok uzun yıllar sürecek bir noktadayız. Hemen bir çözüm bulmamız mümkün görünmüyor, çölleşme kaçınılmaz olarak gelecek. Su kaynaklarımızı çok iyi şekilde kullanmak durumundayız, üzerinde durmamız gereken konu bu.”

Kuraklık ve kirlilik tatlı su kaynaklarını tehdit ediyor

TÜDAM Yönetim Kurulu Üyesi ve TÜ Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Belgin Elipek ise göl, baraj, nehir ve dere gibi tatlı su kaynaklarının kuraklıktan çok etkilendiğini anlattı.

Suyun yaşam için hayati önem taşıdığını vurgulayan Prof. Dr. Elipek, “Tatlı su kaynaklarının önemli bölümü zaten kirlilikten etkileniyor. Beraberinde kuraklık olduğu zaman bu kaynaklardan yararlanmamız çok daha minimum düzeye iniyor.” dedi.

Elipek, tatlı su kaynaklarının önemli bir bölümünün tarımda kullanıldığına dikkati çekerek, suyun tasarruflu kullanılması için üretim deseninin gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı.

İklim değişikliğinin etkilerinin insan ve doğa yaşamına olumsuz etkilerinin arttığını belirten Elipek, kuraklık ve çölleşmenin yakından ilişkili olduğunu dile getirdi.

“Suyumuza sahip çıkalım”

Uzun süreli kuraklıkların yaşanmaya başladığını aktaran Elipek, sözlerini şöyle sonlandırdı:

“Uzun süren kuraklık döneminden sonra ortam çölleşmeye doğru bir yapı göstermeye başlıyor. Buradaki en önemli etkenlerden birisi ormansızlaşma. Kuraklık ve çölleşme gibi durumlar küresel iklim değişikliği nedeniyle karşımıza çıkmakta. Ormansızlaşan alanlarda bu ortamların kendilerini yenileyebilmeleri için ekosistem dengelerinin bozulmuş olması da çölleşmeyi yüksek boyutlara taşıyabilmekte.

Özellikle son dönemlerde atmosferik sıcaklığın artması buharlaşmayı ve fırtınaların gücünü artırıyor. Bu durum topraktan daha da fazla suyun buharlaşmasını sağlıyor. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı süreçler. Küresel iklim değişikliğinin neden olduğu aşırılıklara engel olamıyoruz ama basit tasarruflarla kurak dönemleri atlatmaya çalışmalıyız. Bunun için suyumuza sahip çıkmalı ve her alanda daha tedbirli kullanmalıyız.”

Öğrencilerin ‘ışkın’ın akciğere faydalarıyla ilgili projesi TÜBİTAK’tan ödül getirdi
Erzurum

Erzurum başta olmak üzere çevre illerindeki dağlarda doğal yetişen “ışkın” bitkisinin faydalarını araştırmak isteyen Prof. Dr. Necmettin Erbakan Fen Lisesi 10. sınıf öğrencileri Muhammet Haktan Kalaoğlu ve Ömer Faruk Korkmaz çalışma başlattı.

Biyoloji öğretmeni Özlem Türkez ile “İn Vitro Akciğer Hasarı Modelinde Çevresel Kirleticilerin Neden Olduğu Biyokimyasal ve Moleküler Toksitiye Karşı Yeni Bir Koruyucu: Rheum Ribes (Işkın)” projesini hazırlayan öğrenciler, laboratuvarda araştırma yaptı.

Öğrenciler, akciğer ve solunum rahatsızlığına karşı “ışkın” bitkisinin faydalarıyla ilgili elde ettikleri sonuçlar ve laboratuvar verileriyle TÜBİTAK yarışmalarına katıldı.

Bölge yarışlarının ardından katıldıkları Türkiye finalinde 27 proje arasından biyoloji alanında ikinci olan öğrenciler, ödüllerini 2 Haziran’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki “53. TÜBİTAK Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Ödül Töreni”nde Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’tan almanın mutluluğunu yaşıyor.

Öğretmen Özlem Türkez, AA muhabirine, laboratuvar ortamında doku kültürü tekniğiyle çoğaltılan insan hücreleri üzerinde çalışma yapıldığını söyledi.

Hücrelerin çevre kirleticilere maruz bırakılarak hasar düzeyi tespit edilip sonra da ışkın ekstresi muamelesiyle koruyucu potansiyelinin araştırıldığını anlatan Türkez, “Elde ettiğimiz çalışmalar neticesinde ileri farmakolojik çalışmalarla da bu bitkiden ilaç etken maddeleri elde edilebileceği düşündük.” dedi.

Öğrencilerden Muhammet Haktan Kalaoğlu, bölgede yaygın tüketilen ışkın bitkisinin halk arasında kanser ile şeker hastalığına iyi geldiği bilgisi üzerine proje hazırladıklarını anlattı.

Bitkinin özelliklerinin daha fazla olacağını düşünerek çalışma yaptıklarını dile getiren Kalaoğlu, şöyle devam etti:

“Bu bitkiyi akciğere çok benzettik. Bu yüzden ışkının akciğer koruyucu potansiyelini araştırdık. Projemizde ışkının akciğer koruyucu potansiyelini gördük. Bitkinin kök ve gövde kısımlarının sulu ekstre kısımlarını çıkardık ve deneylerimizi yapmaya başladık. Deneylerimizde toplam toksit seviyesine, DNA hasar tayinine ve bazı gen ifade düzeylerine baktık. Işkın bitkisinin akciğerlerimizi koruduğunu gözlemledik.”

Beştepe’de ödülü almanın mutluluğunu yaşadıklarını belirten Kalaoğlu, ödülün ileride yapmak istediği bilim araştırmalarında önemli bir rol model olacağını kaydetti.

“Bu ödül beni bilim adına çalışmaya sevk etti”

Öğrencilerden Ömer Faruk Korkmaz ise Kovid-19 sürecinde akciğerleri korumanın öneminin daha fazla arttığını hatırlattı.

Işkın bitkisinin faydalarını laboratuvarda araştırdıklarını anlatan Korkmaz, “Bu deneylerle şu sonuçlara vardık; ışkın bitkisi azalan hücre canlılığımızı artırmış oldu. Toplam oksidan seviyemizi, DNA hasar düzeyimizi azalttı ve kontrol hücre ölümüne yarayan genleri düzenledi. Yani hücre ölümlerini azaltmış oldu. Bu ödül bana gelecekte yapacağım çalışmalar için ümit verdi, heveslendirdi ve bilim adına çalışmaya sevk etti.” diye konuştu.

Yalnızlık arttıkça sosyal medya bağımlılığı da artıyor
İstanbul

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Üst Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sosyal medyada 7 saatin üzerinde zaman geçiren, bağımlı olarak değerlendirilen ve yalnız hisseden gençlerin oranının oldukça yüksek olduğunu belirterek, yalnızlık arttıkça bağımlılığın da arttığını ifade etti.

Üniversiteden yapılan açıklamaya göre, Üsküdar Üniversitesi, Üsküdar Kaymakamlığı ve Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ortaklığında yürütülen “Değişim Benden Başlar Sosyal Medya Farkındalığı” projesi tamamlandı.

Üsküdar’daki çeşitli türdeki liselerden seçilen 8 uygulama okulundaki 1453 öğrenciye 6 ay boyunca sosyal medya okuryazarlığı eğitimi verildi. Proje kapsamında yapılan araştırma ise çarpıcı sonuçlarıyla dikkat çekti.

Araştırmada lise öğrencilerinin zihinsel meşguliyet yaratan bir sosyal medya bağımlılığına sahip oldukları ortaya çıkarken; liseli kız öğrencilerin sosyal medya bağımlılık puanları erkeklere oranlara daha yüksek çıktı. Araştırma sonuçları, yalnızlık arttıkça sosyal medya bağımlılığının da arttığını gösterdi.

Açıklamada görüşlerine yer verilen Nevzat Tarhan, kimlik oluşumunda ailenin yerini sosyal medyanın aldığını belirtti.

Tarhan, “Araştırma sonuçları da gösteriyor ki sosyal medyada 7 saatin üzerinde zaman geçiren, bağımlı olarak değerlendirilen ve yalnız hisseden gençlerin oranı oldukça yüksek. Öyle ki yalnızlık yükselince bağımlılık da yükseliyor.” ifadelerini kullandı.

Gençlerin sosyal medyayı sosyalleşme aracı olarak gördüklerinin altını çizen Tarhan, şunları kaydetti:

“Aslında sosyal medya, sanal medya olarak adlandırılmalı. Sosyal medya olarak ifade ediliyor ama vakit geçirenler hiç sosyal değil. Sosyal medya adı altında biz kendimizi kandırıyoruz. Kişi en güvenilmeyecek kişileri evin güvenli ortamına davet ediyor. Bunun için sosyal medyayı ve interneti evin açık kapısı olarak tanımlıyoruz. Ev güvenli sanıyoruz fakat evin açık kapısı var, o kapıdan farkında olmadan çocuğumuzun odasına birçok bilgi giriyor. Bunu da bilmek gerekiyor.”

“Ebeveynlerin evi nasıl sıcak ve cazip bir ortam haline getireceklerine odaklanmaları gerekiyor”

Tarhan, meslek profesyoneli olarak çocukların daha 0-6 yaş arasında dijital okuryazarlığı öğrenmelerini uygun gördüklerini söyledi.

Prensip olarak 0-3 yaş arasında çocuklara tek başınayken tablet ya da akıllı telefon verilmemesi gerektiği söylendiğini belirten Tarhan, “Ebeveyn gözetiminde çocuğun dijital okuryazar olması gerekiyor ama erken ergenlik dönemine kadar tek başınayken eline tablet ya da akıllı telefon vermek onu sokakta tek başına bırakmaktan farklı değil.” açıklamasını yaptı.

Tarhan, eğer ebeveynler çocukları ile konuşabiliyorsa, birlikte zaman geçirme oranı fazla ise çocukta riskin azaldığını belirterek, “Anne ve babası ile zaman geçirme oranı yüksek ve ev ortamı sıcak olan sosyal medya bağımlılık oranı düşük çıkıyor. Çocuk evi seviyorsa sosyal medya ve internet ile biraz ilgilenip kenara bırakıyor ve günlük yaşamına devam ediyor. Eğer sevmiyorsa stres azaltma tekniği olarak kullanıyor ve böyle olunca da sahte bir rahatlama oluyor, kendilerini kaptırıyorlar.” değerlendirmesinde bulundu.

“Proje de ismiyle müsemma, içerisi dolu bir proje oldu”

Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürü Sinan Aydın da Üsküdar Üniversitesi ile gerçekleştirilen bu çalışmanın çok verimli olduğunu ve önemli sonuçlar elde edildiğini belirtti.

Aydın, projenin sonuçlarının kendileri için çok kıymetli olduğunu vurgulayarak, “İnşallah sonuçlarıyla ilgili de ne yapabiliriz diye kafa yoracağız. Emeği geçen herkese teşekkür ederim.” ifadelerini kullandı.

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Sosyal Medya Uzmanı Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal ise yapılan çalışmada sosyal medya bağımlılığının mahalleden mahalleye bile değişiklik gösterdiğinin ortaya çıktığını ifade etti.

Ünal, kız öğrencilerin sosyal medyayı daha fazla kullanmasının, duygusal destek amaçlı kullanım ile ortaya çıktığına ve kızların ağırlıklı olduğu liselerde sosyal medya bağımlılığı puanlarının yüksek bulunduğuna işaret ederek, çalışmaların da bu yönde yapılabileceğini aktardı.

Öğrencilerin duygusal destek alma ve sosyalleşme ihtiyaçlarının, sosyal medya kullanım motivasyonları olduğunu ifade eden Ünal, ” Sosyalleşmek amacıyla kendilerini daha rahat ifade ettikleri sosyal medya mecralarını tercih ediyorlar.” açıklamasını yaptı.

Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Çiğdem Yektaş da ergenliğin kimlik gelişiminde önemli bir yeri olduğunu belirterek, “Araştırmamızın sonuçlarında görüyoruz ki artık gençler kimliklerinin önemli bir parçasını sosyal medyadan ödünç almaktalar.” ifadelerini kullandı.

Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Şahbaz da göz bozukluğuyla sosyal medya bağımlılığı arasındaki ilişkiye değindi.

Kadavradan nakille hayata tutunan hasta bağışçılara minnettar
Konya

Bir şirkette bekçilik yapan 37 yaşındaki Gökçelik, çalıştığı sırada aşırı terleme ve ateş şikayetiyle 10 ay önce başvurduğu hastanede yüksek enfeksiyona bağlı tedavi görmeye başladı.

Bu sırada böbrek rahatsızlığı ortaya çıkan ve diyaliz tedavisi alan Gökçelik, kadavradan uygun böbrek bulunduğu haberini aldı.

Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesinde gerçekleştirilen nakille sağlığına kavuşan Gökçelik, herkese organ bağışı konusunda duyarlı olma çağrısında bulundu.

“Allah’a şükür iyiyim, kurtuldum”

Gökçelik, AA muhabirine, rahatsızlığının ortaya çıkmasının ardından 3 ay içerisinde nakil için uygun böbrek bulunduğu haberinin geldiğini söyleyerek, “İstanbul’dan böbrek geldi. Ben de Ereğli’den geldim. Kadavradan nakli 26 Mayıs’ta oldum. Yüzde 100 uyumlu oldu. Allah’a şükür iyiyim, kurtuldum.” dedi.

Ailesinin de sevinçle kendisini beklediğini aktaran Gökçelik, “Organı bağışlayan aileden Allah razı olsun. Kardeşimize Allah rahmet eylesin, Allah ailesine sabırlar versin. Ben kim olduğunu bilmiyorum. Allah’ın nur cemalini görsün. Allah Peygamber Efendimize komşu eylesin.” ifadesini kullandı.

“Altıda 6 uyumlu gelen bir böbrekti”

Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Nefroloji ve Organ Nakli Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kültigin Türkmen, üniversitede organ nakillerinin 2001’de başladığını, Organ Nakli Ünitesinin 2012’de kurulduğunu kaydetti.

Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle 2020-2021’de nakil yapmadıklarını anlatan Türkmen, şunları kaydetti:

“Kovid’in gerilemesiyle organ nakillerini tekrar aktif hale getirdik. Merkezimizde şubattan itibaren 4 canlı, 3 kadavra olmak üzere nakillerimizi yaptık. Bekleme listesinde 400’e yakın hastamız var. Avrupa’da nakillerin yüzde 80’i kadavradan yüzde 20’si canlıdan yapılıyor. Türkiye’de ise yüzde 80 canlıdan, yüzde 20 kadavradan nakil yapılıyor. Kadavradan nakil aslında istediğimiz öncelik. Kadavra bağışının artırılması gerekiyor. Toprak olacak bir beden, nakil bekleyen hastalara umut olabilir.”

Nakil yapılan Gökçelik’in genel sağlık durumunun iyi olduğunu belirten Türkmen, “Bekleme listesinde olan bir hastamızdı. Ancak ikiz kardeşinden alabilecek düzeyde, altıda altı uyumu olan bir böbrek çıktı. Tabii bu belki milyonda bir olasılık. Hastamız için büyük bir şans.” diye konuştu.

Özel bakımla hayata tutunan ayı yavrusu ‘Haçuvan’ Bursa’ya gönderilecek
Van

Hakkari’nin Çukurca ilçesinde 19 Nisan’da vatandaşlar tarafından bitkin halde bulunduktan sonra Doğa Koruma ve Milli Parklar 14. Bölge Müdürlüğü ekiplerine teslim edilen ayı yavrusunun bakımı devam ediyor.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yaban Hayvanlarını Koruma ve Rehabilitasyon Merkezinde uygulanan tedaviyle hayata tutunması sağlanan ayı yavrusuna üç saat aralıklarla süt, bal ve antibiyotiklerle hazırlanan karışım veriliyor.

Çalışanların önce Hakkari, Çukurca ve Van’ın isimlerinden oluşan “Hakvan” daha sonra da “Haçuvan” ismini verdiği minik ayı, 24 saat merkezdeki veteriner hekimlerin gözetiminde tutuluyor.

Belli saatlerde merkez bahçesinde gezintiye çıkarılan ayı yavrusu, katı beslenme sürecine girdiği için Bursa’daki Ovakorusu Celal Acar Yaban Hayvanları Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi bünyesinde yer alan ayı barınağına teslim edilecek.

“Tüm çabalara rağmen annesi bulunamadı”

Merkez Müdürü Prof. Dr. Lokman Aslan, AA muhabirine, bölgedeki bütün yaban hayvanlarının sorunlarıyla ilgilendiklerini, sağlıklarına kavuşabilmeleri için çaba gösterdiklerini söyledi

Hakkari’den getirilen ayı yavrusuna da özenle baktıklarını belirten Aslan, “Bize getirdiklerinde durumu beslenememe ve yalnız kalma nedeniyle kötüydü. Zayıf ve bitkin haldeydi. Hayvanın genel durumunu düzelttik. Bakımının ardından bir ümitle annesini bulur diye tekrar bulunduğu bölgeye bıraktık. Ekipler dört gün gece nöbet tuttu. Seslenmesine rağmen annesi gelmedi. Bu nedenle tekrar merkezimize geri getirdik.” dedi.

“Haçuvan”ın merkezin maskotu haline geldiğini belirten Aslan, şunları söyledi:

“Ayı yavrusuna bebek gibi bakıyoruz. Başlangıç mamasından bugünkü durumuna kadar özenle baktık. Şimdi de katı yiyecek yeme aşamasına geçti. Kendi başına beslenebilir duruma geldi. Memeli hayvanlarda belli bir aşamaya kadar kreş hizmeti verebiliyoruz. Kreş ve özel bakım hizmetini tamamladı yani ana sınıfı öğrencisi oldu. Bundan sonra özel bir alanda yaşamını sürdürmesi gerekiyor. Bu nedenle gerekli raporları Doğa Koruma ve Milli Parklar 14. Bölge Müdürlüğüne bildirdik. Bundan sonraki yaşamını Bursa’daki ayı barınağında sürdürecek.”

Aslan, gerekli yazışmaların tamamlanmasının ardından yavru ayının Bursa’daki merkeze gönderileceğini sözlerine ekledi.

Meslek lisesi öğrencileri mezun olmadan iş teklifi alıyor
Trabzon

Trabzon Prof. Dr. Necmettin Erbakan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde eğitim gören öğrencilerin yüzde 80’i mezun oldukları branşta istihdam ediliyor.

Okuldaki otomotiv elektromekanik, iş makineleri, boya ve gövde ile elektrikli araçlar bölümlerinde eğitim alan öğrencilere daha mezun olmadan iş teklifleri geliyor.

İlk mezunlarını 2019 yılında veren liseden bugüne kadar 224 öğrenci mezun olurken, öğrencilerden 179’u Trabzon’da çeşitli sektörlerde istihdam edildi.

Okul yönetimi de bu yıl ilk kez öğrencilerine yönelik hazırlanan “Mesleki Eğitim Öğrenci ve Personel Hareketliliği” kapsamında yurt dışında staj yaparak, yeni teknolojileri tanıma imkanı sundu.

Proje kapsamında “Avrupa Birliği (AB) Ülkelerinde Motorlu Araçlarda Önleyici Bakım Stajı” için 10 öğrenci ve 2 öğretmen 20 Mart- 9 Nisan tarihleri arasında İspanya’nın Marbella şehrine ziyaret gerçekleştirdi.

Öğrenciler, staj yapacakları ülkede araç servislerindeki işçilerle bir arada çalışarak, önleyici bakım konularında okuldaki eğitimlerini pekiştirdiler.

Staj yaptıkları servislerde kendilerini ispat eden öğrencilere, mezun olduklarında okul tarafından verilen AB’de geçerli mesleki yeterlilik belgesi sayesinde iş teklifi de yapıldı.

Okul müdürü Halil İbrahim Aydın, AA muhabirine, motor alanında eğitim veren bir okul olduklarını ifade ederek, hem akademik anlamda hem de sanayi ihtiyacını karşılayacak mesleki anlamda teknik altyapıya sahip öğrencileri yetiştirerek, sanayinin gelişimine destek verdiklerini söyledi.

Öğrencilerin okulda edebiyat, kimya, matematik derslerinin yanı sıra resim ve müzik alanında da eğitim aldıklarını belirten Aydın, “Özellikle müzik ve resim eğitimlerini okul olarak önemsiyoruz. Sanat eğitimine sahip öğrencilerin mesleğinde hayal eden, daha nitelikli, vasıflı ve becerikli olacaklarını düşünüp, bu alandaki eğitimlerimize daha çok ağırlık vermekteyiz.” diye konuştu.

Aydın, sınıfları her dersin özelliğine göre düzenlediklerini dile getirerek, AB projeleri kapsamında da öğrencilerine yurt dışında staj imkanı sunduklarını ifade etti.

Ülkenin gelişmesi için mesleki eğitim alan öğrencilerin potansiyelini artırmak gerektiğine vurgu yapan Aydın, “Hem sanayinin hem de fabrikalarımızın arzu ettiği nitelikteki öğrencileri ilgili alanlara yönlendirmeliyiz. Bu şekilde de ihtiyaç olan istihdamı karşılayabiliriz. Okulumuzdan 2019 yılından beri mezun olan 224 öğrencimizin yüzde 80’i gerek iş yerlerinden gelen tekliflerle gerekse ihtiyaç mukabilinde mezun oldukları sektörde istihdam ediliyorlar. Çünkü talep günden güne artıyor, meslek lisesi öğrencileri 18-19 yaşında istihdam edilmek üzere iş bulabiliyorlar.” dedi.

“Meslek liselerimiz çok değerli”

Aydın, mesleki eğitimin bir hazine kadar değerli olduğunu aktararak, “Bunu işleyecek mahir ellere sahip öğrencilerin okulumuza gelerek, kendilerini keşfetmesini bekliyoruz. Meslek liselerimiz çok değerli. Gelişmiş ülkelerde mesleki eğitimler yüzde 65 oranında, ülkemizde ise yüzde 40’a dayandı ama sanayi ülkesi ya da teknoloji toplumu olmak istiyorsak mesleki eğitimin öğrenci potansiyelini de üst seviyelere taşımalıyız.” ifadelerine yer verdi.

AB Erasmus projeleri kapsamında ilk etapta öğrencilerini staj yapabilmeleri için İspanya’ya gönderdiklerini belirten Aydın, şunları kaydetti:

“Şu anda Almanya ve Romanya’da staj yapan öğrencilerimiz geldiler. Öğrencilerimizin yurt dışında staj gördüğü yerlerden geri dönüşler çok olumlu oldu. Öğrencilerimizin başarılarından dolayı firmalardan iş teklifleri geldi. Öğrencilerin ve bizlerin iletişim bilgilerini alan firmalar, çocuklarımız 11. sınıf oldukları için gelecek dönem mezun olmalarını takip ediyorlar. Bu teklifler bizleri oldukça gururlandırıyor, idareci olarak mutlu oluyoruz, öğretmenlerine de teşekkür ediyorum.”

İspanya’da staj yapan Ömer Faruk Düğdü de 17 yaşında yurt dışını görmenin güzel bir deneyim olduğunu kaydederek, İspanya stajı hakkında bilgi verdi.

Düğdü, okulda aldıkları eğitimi İspanya’da pekiştirdiklerini ifade ederek, “Yeni teknolojileri öğrenme fırsatımız oldu. Staj yaparken benim gibi birkaç arkadaşıma orada çalışma teklifinde bulundular.” diye konuştu.

11. sınıf öğrencisi Efe Çuval da fabrikada çalışan işçilerle çevirmenler aracılığıyla görüştüklerini belirterek, işleyişin sistematik olarak ilerlediğini söyledi.

Mezun olmadan iş bulma imkanının okulun kendilerine tanıdığı en güzel avantaj olduğuna dikkati çeken Çuval, “18 yaşında iş sahibi olacağım. Okul müdürümüz ve öğretmenlerimiz staj konusunda yardımcı oluyorlar, bizleri yetiştiriyorlar.” ifadelerini kullandı.