Emine Erdoğan’dan ‘Babalar Günü’ mesajı
İstanbul

Emine Erdoğan mesajında, “Bir evlat gücünü, omzunda elini daima hissettiği babasından alır. Ebediyete uğurlasa da evladın omzundan baba eli, yüreğinden sevgisi silinmez. Babamı hasret ve dua ile anıyor, şehitlerimizin babalarına sabır diliyorum. Değerli eşimin ve tüm babaların Babalar Günü’nü kutluyorum.” ifadelerini kullandı.

Bir evlat gücünü, omzunda elini daima hissettiği babasından alır. Ebediyete uğurlasa da evladın omzundan baba eli, yüreğinden sevgisi silinmez. Babamı hasret ve dua ile anıyor, şehitlerimizin babalarına sabır diliyorum. Değerli eşimin ve tüm babaların #BabalarGünü’nü kutluyorum. pic.twitter.com/llLiuT5BPc

— Emine Erdoğan (@EmineErdogan) June 19, 2022

Emine Erdoğan, Babalar Günü vesilesiyle, baba sevgisinden mahrum kalmış çocuklar ile babalık duygusunu yüreğinde hissederek evini açan tüm koruyucu ailelere de şükranlarını sunduğunu belirtti.

Bingöllü baba ömrünü engelli 3 çocuğu ve hasta eşine adadı
Bingöl

Bingöl’ün Solhan ilçesinde yaşayan 66 yaşındaki Şefik Ayceman, zihinsel engelli 3 çocuğu ile kısmi felçli ve konuşamayan eşine özenle bakıyor.

Halime Pınar Mahallesi’nde ikamet eden Şefik Ayceman, kalp, şeker ve KOAH rahatsızlığı olan eşi Fehmiye Ayceman’ın zihinsel engelli üç çocuğuna bakamaması nedeniyle 1993 yılında 20 yıllık değirmencilik mesleğini bırakmak zorunda kaldı.

Yaşamını çocukları ve eşinin mutluluğuna adayan Ayceman, 29 yıldır evlerinde büyüğü 41 diğerleri 39 ve 32 yaşındaki zihinsel engelli çocukları ve hasta eşinin bütün ihtiyaçlarıyla tek başına ilgileniyor.

Yıllardır yaşamı hastane ve ev arasında geçen Ayceman, çocukları Ferhat, Fatih ve Yusuf ile eşinin tüm gereksinimlerinin sağlanması için çaba sarf ediyor.

Çocuklarına sabır ve şefkatle bakan Ayceman, evde yemek hazırlıyor, temizlik yapıyor, bulaşıkları yıkıyor.

Yaşına rağmen enerjisiyle bütün işlerin üstesinden gelmeyi başaran Şefik Ayceman, çocuklarını ve eşini hiç yalnız bırakmıyor.

Yaşadığı sıkıntılara rağmen yüzündeki tebessümü kaybetmeyen Ayceman, ailesine gösterdiği özenle herkese örnek oluyor.

Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü Şehit Seyithan Özdemir Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğü ekipleri de aileyi düzenli olarak ziyaret ediyor ve onlara desteklerini sunuyor.

Eşini ve çocuklarını yalnız bırakmıyor

Şefik Ayceman, AA muhabirine, mesleğini bıraktıktan sonra yaşamının sadece ailesi ve evi olduğunu anlatarak, “Sürekli evdeyim, yemek ve temizlikle günüm geçiyor. Bir gün evdeyim, bir gün hastanedeyim. Bulaşıkları yıkıyorum, duşlarını aldırıyorum. Eşimi, çocuklarımı yalnız bırakmam mümkün değil.” ifadelerini kullandı.

“İsyan etmedim”

Eşi ve çocuklarının hastalıklarından dolayı 20 yıldır sürekli hastanelerde olduğunu ifade eden Ayceman, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Eşim ayağa kalktığı zaman düşebilir, eli, ayağı kırılabilir. Eşimin ve çocuklarımın bütün ihtiyaçlarını ben karşılıyorum. Rızkı veren Allah’tır. Eşim tek başına ihtiyaçlarını gideremiyor, ben de zorlanıyorum. İsyan etmedim, Allah’tan gelen bir şeydir. Çocuklarımızdan Ferhat çok fedakarlık yapıyor. Hastanede bu durumda bir kadını gördüm ve ben de ona ağladım. Çocuklarım dışarıda sakin, şimdiye kadar kimseden bir şikayet gelmedi. Bizden beterleri var. Ama ne olursa olsun analar ve babalar fedakarlık yapsın isyan etmesin. Allah kaderi nasıl yazmışsa öyledir. Allah herkese şefkat ve merhamet versin. Anne ve babaların içerisine bu şefkati atsın da çocuklarına iyice baksın.”

“Gerçekten fedakar bir baba”

Solhan Şehit Seyithan Özdemir Sosyal Hizmetler Merkezi Müdürü Seyfettin Özdemir de engelli ve yaşlı vatandaşları sürekli ziyaret ettiklerini anlattı.

Özdemir, “Biz de kendilerine destek veriyoruz. Babalar Günü dolayısıyla da Şefik amcamızı ziyaret ettik. Gerçekten fedakar bir babadır. ” diye konuştu.

Ukraynalı kadın ve çocukların “Babalar Günü” özlemi
Aydın

Rusya-Ukrayna savaşının başlamasının ardından bazı Ukraynalılar, 5 Mart’ta Polonya üzerinden hava yoluyla geldikleri Aydın’ın Kuşadası ilçesinde otel ve evlere yerleşti.

Eşlerini ve babalarını geride bırakan Ukraynalı kadınlar ile çocuklar, savaşın biteceği günü umutla bekliyor.

Ukraynalılar, ülkelerinde son yıllarda kutlanmaya başlayan Babalar Günü’nü ise bu yıl onlardan ayrı hüzünle karşılıyor.

Çocuklar, babalarına olan özlemlerini zaman zaman telefonla görüntülü konuşarak gideriyor.

Kuşadası’nda 3 ve 8 yaşlarındaki iki çocuğuyla yaşayan Anatolii Liulka (37), AA muhabirine, eşinden ve babasından uzakta geçirdiği 4’üncü ay olduğunu söyledi.

Burada güvende olsalar da aklının ülkesinde olduğunu aktaran Liulka, ilçe halkına, kamu kurumlarına ve sivil toplum kuruluşlarına yardımlarından dolayı teşekkür etti.

Uçak mühendisi olan eşinin havalimanında çalışmalarına devam ettiğini belirten Liulka, “Benim kocam, dünyam… Onu hiç bırakmak istemiyordum. Fakat kendisi buna karar verdi. Beni gitmem için ikna etti. Kocam sürekli çocukları soruyor. Küçük oğlum da uyumadan önce sürekli babasını soruyor.” dedi.

Babası ve annesinin de Herson şehrinde yaşadığını ve daha sonra tahliye edildiklerini anlatan Liulka, “Oranın hayatı çok zorlaştı. Rus ordusu kötü davranıyor. Orada yaşamak çok zor.” dedi.

Babası için şiir yazdı

Babasına “Özledim” şiirini yazan 8 yaşındaki Milana Liulka da “Onu çok özledim ve gidince ilk olarak ona sarılmak istiyorum. Babam hayatta, sağ kalsın. Her gün onun için dua ediyorum.” dedi.

Dünyada bir daha böyle savaşların olmaması temennisinde bulunan ​​​​​​​Liulka’nın şiiri şöyle:

“Benim babam, dünyadaki en iyi babamdır/Senin sevgini hep hissediyorum/Senin ellerini özledim/Benim saçımı okşadığın zamanı özledim/Lütfen hep sağlıklı kal, hep yanımızda ol/Tanrı seni bizim için korusun. Seni çok seviyorum.”

“Duygularımı anlatmak çok zor”

Dört yaşındaki çocuğuyla savaştan kaçan Yuliia Siurenko (29) da kendi babası ve eşinin Ukrayna’da kaldığını söyledi.

Babalar Günü’nde ilk kez onlardan ayrı olacaklarını belirten ve gözyaşlarını tutamayan Siurenko, şöyle devam etti:

“İlk kez Babalar Günü’nü ayrı kutluyoruz. Duygularımı anlatmak çok zor. Belki onları bir daha göremeyebilirim. Çok korkuyorum ve üzülüyorum. Her akşam onlarla konuşuyorum ve dua ediyorum. Hayatta kalsınlar ve sağlıklı olsunlar diye dua ediyorum. Eşime ve babama kendilerini korumalarını söylüyorum. Savaşın en kısa sürede bitmesini istiyorum. Evet onlarla telefonda konuşuyoruz ama kokularını almak, onlara sarılmak istiyorum. Çocuğum babasına sarılsın…”

Mete Gazoz’un babası Metin Gazoz: Bir baba olarak Mete ile çok gurur duyuyorum
İstanbul

Babalar Günü dolayısıyla AA muhabirine açıklamalarda bulunan Metin Gazoz, Mete’nin çocukluğu, okçuluğa başlaması ve elde ettiği başarılar ile yaşadıkları duyguları anlattı.

Sakarya’da 1972’de doğan Metin Gazoz, 1984’te okçuluğa başladı. Yaklaşık 40 yıldır okçuluğun içinde olan Gazoz, milli takıma kadar yükseldi. Antrenör ve yönetici olarak görevler alan baba Gazoz, aktif sporculuğu 2012’de bıraktı.

En büyük hayali sporcu olarak olimpiyatlarda Türkiye’yi temsil etmek olan Metin Gazoz, bunu kendisi gerçekleştiremese de oğlunun dünyanın en iyileri arasına girmesiyle büyük bir gurur yaşadı.

Mete’nin okçu bir ailede doğduğunu belirten Metin Gazoz, “Mete’yi yetiştirirken annesinin de büyük katkıları vardı. Kendisi, ‘Ben Mete’den çok babasına destek oldum.’ der. Evlendikten sonra 14-15 sene milli takım sporculuğum ve antrenörlüğüm devam etti. En son 2012’de Mete ile 4 mesafede birlikte yarıştık. O dönemde bana, ‘Artık oğlun da geliyor. Sen artık atışı bırak.’ dediler. Ben okçuluğu aşk ile yapıyordum. ‘Oğlan büyüyor. Önüne mi dikileceksin?’ dediler. Ben de hak verdim. 2012’deki Avrupa Kupası Grand Prix’den sonra ok atmayı bırakarak işin idare ve yönetim kısmına geçtim. Sonrasında yaptığımız çalışmaların ardından Mete, 2016 Rio Olimpiyatları’nda kendisini gösterdi. 2020 Tokyo’da da altın madalya alarak başarısını taçlandırdı.” diye konuştu.

Mete’nin başarısında ailesinin büyük özverisinin etkili olduğunu aktaran Metin Gazoz, “Baba olarak çocuğumuzun en iyi şekilde eğitim almasını, toplumda iyi bir yere gelmesini ve mutlu olmasını istiyorum. Annesi ve babası olarak ilk hedefimiz her zaman Mete’nin mutlu olması, yüzünün gülmesiydi. Her zaman güler yüzlü, hayata pozitif bakan bir çocukluk geçirdi.” ifadelerini kullandı.

Gazoz, oğluyla yaşadığı bir anıyı anlatarak, şunları kaydetti:

“Her zaman çocuğumun iyi olmasını istedim, gurur duyacak işler yapmasını temenni ettim. Vatana, millete hayırlı bir evlat olmasını arzu ettim. Bunu yaparken benim de kendi ideallerim vardı. Olimpiyatlara gitmek benim en büyük hayalimdi. Tüm camia bunu biliyor. Olimpiyat seçme yılı geldiğinde ok atmaya başlar, antrenörlüğü bırakırdım. 2008 Pekin Olimpiyatları’nın seçmesi 2007’de yapıldı. Başarılı olamadım. Takımda dördüncü oldum. Eşime, ‘Yine benim olimpiyat hayalim kaldı.’ dedim. Biz konuşurken Mete, ‘Baba senin olimpiyata nasıl gideceğini buldum.’ dedi. O zaman 7-8 yaşındaydı. Nasıl gideceğimi sorduğumda, ‘Ben Rio Olimpiyatları’na gideceğim. Formamda ‘M. Gazoz’ yazacak. Sen de beni seyretmeye geleceksin. İkimiz olimpiyat göreceğiz.’ dedi. Mete 2 olimpiyat gördü, bir de altın madalya aldı ama ben hala gidemedim.”

“Bir gün olimpiyat göreceğim”

Mete’nin yarıştığı 2016 Rio ve 2020 Tokyo’ya farklı nedenlerden gidemeyen Metin Gazoz, oğlunu televizyon başında desteklemek zorunda kaldığını vurgulayarak, şöyle devam etti:

“2016’ya gitme hakkımız vardı. Kafilede ben de bulunacaktım ama takım psikoloğumuz raporunda baba-oğul bağlarımızın kuvvetli olduğunu ve gitmemin olumsuz etki oluşturabileceğini yazdı. O güne kadar ben de okçulukta psikolojinin önemini sürekli anlatıp, çalışmalar yapıyordum. Böyle şeyleri yıllarca söyledikten sonra kendi hayalimi gerçekleştirmek adına Mete’nin başarısına etki ederim endişesiyle fedakarlık yaptım. ‘Biz babayız. Ben çocuğumu televizyondan seyrederim.’ dedim. Mete, Rio’da güzel başarıların altına imza attı. Şampiyon olamadı ama olmuş kadar dünya çapında bir değere ulaştı. 2016’da olimpiyata giden kafilemizin en küçük sporcusuydu. 2020 Tokyo Olimpiyatları’na bir katılım hakkımız vardı. Federasyon başkanımız Abdullah Topaloğlu ile aldığımız kararla takım psikoloğumuzun gitmesini kararlaştırdık. Yine ben gidemedim. Tokyo kısmet olmadı ama inançlıyım. Bir gün olimpiyat göreceğim. İnşallah yine Mete’nin şampiyonluğu olur.”

“Bir baba olarak Mete ile çok gurur duyuyorum”

Metin Gazoz, oğlunun başarılarının kendisine tarif edilemez duygular yaşattığını dile getirdi.

Milli okçunun her yarışmada kendisine gurur duygusunu yeniden tattırdığını kaydeden Gazoz, “Bir baba olarak Mete ile çok gurur duyuyorum. Bence bir ailenin evladından beklediği tek şey, onunla yaşadığı gururdur. Emeklemesinden kalkıp yürümesine kadar, çocuğunun başarılı olduğu duygusu bir babaya verilebilecek en büyük hediye. Mete de gittiği yarışmalarda bu duyguyu bize hep yaşatıyor.” şeklinde görüş belirtti.

Oğlunu yılda çok az görebildiğini bildiren Gazoz, şu ifadeleri kullandı:

“Mete’nin antrenmanları çok ağır. Oğlum, 365 günün 355’inde dışarıda. Ya kampta ya seyahatte ya da yarışmalarda. Yılda 80-90 gün yarışması var. Sezon nisan ayında başladı. Sadece Kurban Bayramı boşluğu var ama oraya da kamp koyduk. Yalnız 3 gün görebileceğim. Otele yanına gidip lobide 2 çay içebiliyoruz. Genelde telefonla görüşüyoruz. Mesafeler aslında önemli değil. Gönülden ilişkiler kuvvetli olduktan sonra mesafelerin önemi kalmıyor. Ağustosun sonuna kadar Mete sürekli yarışmada, ülkemizi temsil ediyor, bayrağımızı dalgalandırmanın İstiklal Marşı’mızı dinletmenin çalışmalarını yapıyor. Zor bir hayatımız var. Evladımızdan ayrıyız ama katlanıyoruz. Onun başarısı, finallerde yüzünün gülmesi bizi daha çok mutlu ediyor.”

2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları’nda oğlunun altın madalya kazandığı final maçını televizyondan izleyen baba Gazoz, o anları, “Yer yerinden oynadı. Ağlamadım desem yalan olur. Gözyaşlarım döküldü. Anlatılabilecek bir duygu değil.” diyerek anlattı.

“Mete Gazoz benim oğlum ama artık ülkemizin oğlu oldu.” diyen Metin Gazoz, “Kendimi artık Metin Gazoz olarak tanıtmıyorum. Bir konu olduğunda, kendimi tanıtmam gerektiğinde, ‘Mete Gazoz’un babasıyım.’ diyorum. Halkımız çok büyük hürmet gösteriyor. Çok büyük bir destek var. Halkımız ve milletimiz Mete’yi sevdi. Meral ve Metin Gazoz’un evladı Mete, ülkemizin medarı iftiharı Mete Gazoz oldu.” diyerek sözlerini tamamladı.

Sokak Süpürgecileri biriminde baba oğul sırt sırta ekmek mücadelesi veriyor
Ankara

Keçiören Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğünün Sokak Süpürgecileri biriminde, 11 yıl önce süpürgesini eline alan Sami Şimşek, son 8 yıldır babası Yunus ile ilçenin dört bir yanında mesai yapıyor.

Daha önce çeşitli sebeplerle düzenli olarak prim yatıramadığı için emekli olamayan 72 yaşındaki baba Yunus Şimşek, 45 yaşındaki oğlu Sami ile sokakları, caddeleri ve parkları süpürerek emekli olacağı günü bekliyor.

İlerlemiş yaşına rağmen belediyenin gözde personeli arasında yer alan baba, birlikte çalışmaktan gurur duyduğu oğlundan torunlarının güzel haberlerini alınca yorgunluğunu unutuyor. 


Baba Yunus Şimşek, AA muhabirine, Sami’nin 7 çocuğundan dördüncüsü olduğunu söyledi.

“Oğlumla çalışmaktan gurur duyuyorum”

Oğlu ile aynı birimde çalışma fırsatı sunan Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok’a teşekkür eden Yunus Şimşek, “İlçedeki parkların, sokakların ve caddelerin tamamının süpürülerek temizlenmesinden sorumluyuz. Oğlumla çalışmaktan gurur duyuyorum. Belediyemi ve işimi çok seviyorum. Oğlum bazen yetiştiremediğim yerlerde bana yardımcı oluyor. Birbirimizi karşılıklı olarak idare ediyoruz. Allah’a şükürler olsun ben oğlumu, oğlum da beni seviyor.” diye konuştu.

Oğlunun teşvikiyle belediyeye 8 yıl önce iş başvurusunda bulunduğunu dile getiren baba Şimşek, şöyle devam etti:

“Çok şükür yiyecek ekmeğimiz var. Mesai arkadaşlarım da çok iyi insanlar. Arkadaşımla çalışırken onlar benim evladım yaşındalar. Nereye gidersek gideyim onlara kardeşimmiş gibi davranıyorum. Oğlumun yetiştiremediği yerleri ben temizliyorum. Aynısını da oğlum benim için yapıyor. O benim yerimi, ben de onun görev alanını temizlerim. Oğlum hasta olduğunda ya da izin aldığı zamanlarda, izinli olsam dahi iznimi iptal ederek, amirlerimin onayı ile onun görev alanını da temizlerim. Yeter ki Keçiörenimiz pırıl pırıl olsun.”

“İş yerinde babamın desteğini hissetmek çok güzel”

Sami Şimşek de 4 çocuk babası olduğunu ifade ederek, ilerlemiş yaşta olan babasına iş hayatında destek verdiği için duyduğu mutluluğu dile getirdi.

Babasıyla dayanışma içinde ilçedeki temizlik görevini sürdürdüklerini belirten oğul Şimşek, “Amirlerime beni babamla aynı yerde çalıştırdıkları için teşekkür ederim. Mesleğimiz çok güzel. Babamla beraber birbirimize destek olarak aynı işi yapmak benim için gurur verici. İş yerinde babamın desteğini hissetmek çok güzel.” diye konuştu.

“Babamla süpürgemizi paylaşıyoruz”

Sami Şimşek, babasının kendisine ve kardeşlerine hayat boyu verilen işleri özenerek yapmaları konusunda öğütlerde bulunduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:

“Evimizde, ailemizde nasıl isek çalışma sahamızda da aynı özeni gösteriyoruz. Babamı, istediğim saatte görebilmek çok güzel. Babam da beraber çalıştığımız için çok seviniyor. Babam, belediye dışında özel bir yerde ağır işlerde çalışsaydı içim sızlardı. Babamız ‘orada eziliyor mu’ diye sıkıntıya girerdik. Burada amirlerimiz çok iyiler. Hiçbir sıkıntımız yok.

Babama, Babalar Günü hediyesini her yıl eksiğini sorarak alırım. Yani gömlek, saat artık ne ise eksiği var ise ona göre alıp hediye ederim. Babamı temizlik işlerinde kötü malzemelerle asla çalıştırmam. Süpürge veya diğer başka ne lazımsa en güzelinden ayarlar babama veririm. Arkadaşlarım hepsi bizi severler. Ben de babamla birlikte burada çalışmaktan çok mutluyum. Babamla süpürgemizi paylaşıyoruz. Keçiören ilçesinde babamın torunları yani benim çocuklarım geziyor. Mahallemizi ve sokağımızı, ilçemizin her yerini titizlikle temizliyoruz.”

Rol model aldıkları avukat babalarıyla aynı adliye koridorlarında adaleti savunuyorlar
Ankara

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Ankara 2. Nolu Baro avukatlarından Necdet Pakdil, 1984 yılından bu yana duruşma salonlarında adaleti savunuyor.

Pakdil, kendisini rol model alarak meslektaş olduğu kızı Zeynep Berre ve oğlu Hayri Taha ile aynı avukatlık bürosunda iş yükünü paylaşıyor.

AA muhabirine açıklamalarda bulunan Pakdil, çocuklarıyla meslektaş olmanın onurunu ve mutluluğunu yaşadığını söyledi.

Eve iş götürmek istemese de oğlu ve kızının daha çocuk yaşlarda hukuka ilişkin birçok olay ve olguya aşinalık edindiğini anlatan Pakdil, çocuklarının avukatlık mesleğini tercih etmelerinin karşılıklı bir etkileşimin sonucu olduğunu belirtti.

Lise çağına geldiklerinde çocuklarının hukuk fakültesinde öğrenim görmek istediklerini kendisiyle paylaştıklarını söyleyen Pakdil, kariyer planlama sürecinde aile olarak zorluk çekmediklerini ifade etti.

Pakdil, “Açıkçası ben de onların hukukçu olmasını istemişimdir. Onların da bu mesleği seçmiş olmaları ve benim gittiğim yoldan gitmiş olmaları açısından huzurluyum, bundan dolayı da ayrıca onur duyuyorum.” dedi.

Çocuklarıyla aynı ortamda çalışmanın keyifli olduğunu dile getiren Pakdil, çalışma hayatına dair konularda aradaki yakınlığa rağmen iş disiplininden taviz vermediğini vurguladı.

Pakdil, “Baba-oğlu, baba-kız olunca burada hiç problem olmuyor anlamına gelmiyor. Böyle bir durum gündeme geldiğinde, kişilerin birbirini anlamaları, birbirine hitap etmeleri daha kolay olduğu için ve ayrıca aradaki yakınlığın avantajları nedeniyle sorunlar daha kısa sürede çözülüyor.” diye konuştu.

“İyi ki aynı mesleği icra ediyoruz”

Kızı Avukat Zeynep Berre Pakdil de babasını rol model alarak avukatlık mesleğini tercih ettiğini belirterek, babasıyla aynı ortamda çalışmanın kendisine güven verdiğini söyledi.

Mesleğine dair bir problemle karşılaştığında ilk başvurduğu kişinin babası olduğunu vurgulayan Pakdil, babasıyla aynı ortamda çalışmayı her zaman avantaja çevirmeye çalıştığını belirtti.

Pakdil, “Babamla aynı ortamı paylaşmak ve aynı mesleği icra etmek çok yönlü bir ilişkiyi beraberinde getiriyor. Bu, kimi zaman bir baba figürü üzerinden ilerlemenizi sağlarken kimi zaman da kendinizden kıdemli bir meslektaşınızdan yardım almak, onun deneyimlerinden faydalanmak üzerinden ilerliyor. Şunu özellikle belirtmek isterim ki babamla aynı mesleği icra ediyor olmak benim için çok gurur verici, babamı gerçekten çok seviyorum. İyi ki benim babam, iyi ki aynı mesleği icra ediyoruz.” ifadelerini kullandı.

“Tecrübesi sayesinde her türlü sorunu aşabiliyoruz”

Oğlu Avukat Hayri Taha Pakdil ise meslektaşları arasında saygın biri olması nedeniyle babasının, kendisi ve kardeşi için her zaman örnek alınacak bir kişi olduğunu dile getirdi.

Mesleğini icra tarzı ve fikirlerinden dolayı babasının girdiği her ortamda dikkati çektiğini anlatan Pakdil, “Girdiği her ortamda, ‘sahanın yıldızı’ babam oluyordu. İster istemez bizde de o mesleğe karşı sempati oluştu. Kardeşimle avukatlığı tercih ederken dayatma söz konusu olmadı. Biz sadece babamı rol model seçtik ve hukuk fakültesini okuduk. Ardından da baba mesleği olan avukatlığa başladık.” dedi.

Kardeşi ve kendisinin dışında çok sayıda avukatın, babasının kurduğu büroda görev yaptığını belirten Pakdil, aynı ortamda çalışmanın avantajları olduğu kadar kimi zaman zor yanlarının da olduğunu söyledi.

Babasının tecrübesi sayesinde her türlü sorunu aşabildiklerine işaret eden Pakdil, babasının ofisteki tüm çalışanlara eşit mesafede olduğunu, bu nedenle de iş barışının korunduğunu kaydetti.

Şehit kızından, mesleğini sürdürdüğü polis babasının kabrine Babalar Günü ziyareti
Adana

Polis memuru babası Nebi Şeker’i, İstanbul’da 1991 yılında terör saldırısında kaybeden Özlem Şeker, Babalar Günü dolayısıyla şehit babasının Adana Polis Şehitliği’ndeki kabrine gitti.

Şehit kızı Şeker, ziyaret ettiği babasının kabrine karanfil ve Türk bayrağı bırakıp dua okudu.

Özlem Şeker, yaptığı açıklamada, her Babalar Günü’nün kendisi için hem üzüntü hem de gurur günü olduğunu söyledi.

Babasının bıraktığı yerden bayrağı devralıp polis olduğunu belirten Şeker, “Keşke babam benim geldiğim yerleri görebilseydi. O şehit olarak en yüksek mertebeye ulaştı. Babam benim hayattaki en büyük kahramanım. O benim kahramanım olarak her zaman kalbimde yaşayacak.” ifadelerini kullandı.

Şehit babasının mesleğini sürdürmek için 1996’da Polis Akademisine giren Şeker, 4 yıllık eğitiminin ardından mesleğe 2000’de komiser yardımcısı olarak Osmaniye’de başladı. 2002’de Adana’ya atanan Şeker, 2008’de Batman’da, 2011’de tekrar Adana’da görevlendirildi. Özlem Şeker, Adana Emniyet Müdürlüğü bünyesinde farklı görevlerde bulunduktan sonra geçen yıl ocak ayında Çukurova İlçe Emniyet Müdürü olarak atandı.

İklim değişikliğine bağlı kuraklık çölleşme riskini artırıyor
Edirne

Uzmanlar küresel ısınmanın etkilerine karşı üretimden, su kullanımına pek çok alışkanlığın değiştirilmesi gerektiği uyarısında bulundu.

Trakya Üniversitesi Doğal Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜDAM) Müdürü Prof. Dr. Mehmet Ali Kaya, AA muhabirine Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nün farkındalık ve bilinçlenme açısından önemli bir gün olduğunu söyledi.

Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’nin 17 Haziran 1994 yılında imzalandığını ve bu tarihten itibaren Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde farkındalık çalışmaları yapıldığını belirten Kaya, 40 maddeden oluşan sözleşmeye Türkiye’nin aynı yıl imza attığını anımsattı.

Çölleşmenin su kaybına bağlı olarak toprağın kuruması ve kuraklık sonucu oluştuğunu dile getiren Kaya, son yıllarda etkisini oldukça hissettiren küresel iklim değişikliğinin çölleşme riskini artırdığını vurguladı.

Çölleşmenin önemli bir sorun olduğuna değinen Kaya, şunları kaydetti:

“Küresel iklim değişikliği nedeniyle onlarca olay tetikleniyor. Kuraklık ve beraberinde çölleşme gerçekleşiyor. Susuzluğun başladığı yerde de çölleşme başlıyor. İklim değişikliği tarihte bildiğimiz Kavimler Göçü gibi göçmen ve mülteci hareketlerine neden olabilir. Burada egemen olan insanoğlunun doğayı ve havayı kirletmesi, havadaki karbondioksit emisyonunu yükselmiş olması. Dolayısıyla çok uzun yıllar sürecek bir noktadayız. Hemen bir çözüm bulmamız mümkün görünmüyor, çölleşme kaçınılmaz olarak gelecek. Su kaynaklarımızı çok iyi şekilde kullanmak durumundayız, üzerinde durmamız gereken konu bu.”

Kuraklık ve kirlilik tatlı su kaynaklarını tehdit ediyor

TÜDAM Yönetim Kurulu Üyesi ve TÜ Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Belgin Elipek ise göl, baraj, nehir ve dere gibi tatlı su kaynaklarının kuraklıktan çok etkilendiğini anlattı.

Suyun yaşam için hayati önem taşıdığını vurgulayan Prof. Dr. Elipek, “Tatlı su kaynaklarının önemli bölümü zaten kirlilikten etkileniyor. Beraberinde kuraklık olduğu zaman bu kaynaklardan yararlanmamız çok daha minimum düzeye iniyor.” dedi.

Elipek, tatlı su kaynaklarının önemli bir bölümünün tarımda kullanıldığına dikkati çekerek, suyun tasarruflu kullanılması için üretim deseninin gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı.

İklim değişikliğinin etkilerinin insan ve doğa yaşamına olumsuz etkilerinin arttığını belirten Elipek, kuraklık ve çölleşmenin yakından ilişkili olduğunu dile getirdi.

“Suyumuza sahip çıkalım”

Uzun süreli kuraklıkların yaşanmaya başladığını aktaran Elipek, sözlerini şöyle sonlandırdı:

“Uzun süren kuraklık döneminden sonra ortam çölleşmeye doğru bir yapı göstermeye başlıyor. Buradaki en önemli etkenlerden birisi ormansızlaşma. Kuraklık ve çölleşme gibi durumlar küresel iklim değişikliği nedeniyle karşımıza çıkmakta. Ormansızlaşan alanlarda bu ortamların kendilerini yenileyebilmeleri için ekosistem dengelerinin bozulmuş olması da çölleşmeyi yüksek boyutlara taşıyabilmekte.

Özellikle son dönemlerde atmosferik sıcaklığın artması buharlaşmayı ve fırtınaların gücünü artırıyor. Bu durum topraktan daha da fazla suyun buharlaşmasını sağlıyor. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı süreçler. Küresel iklim değişikliğinin neden olduğu aşırılıklara engel olamıyoruz ama basit tasarruflarla kurak dönemleri atlatmaya çalışmalıyız. Bunun için suyumuza sahip çıkmalı ve her alanda daha tedbirli kullanmalıyız.”

Dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlası 2050’ye kadar kuraklıktan etkilenebilir
Ankara

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, kuraklık sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın önündeki en büyük engeller arasında sayılırken kuraklıkların 2050 yılına kadar dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını etkileyebileceği tahmin ediliyor.

Çölleşme tehdidinin yol açtığı sorunlar ve buna karşı yürütülen mücadeleye dikkati çekmek için 1994’ten bu yana her 17 Haziran, BM kararıyla “Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü” olarak kutlanıyor.

AA muhabirinin konuya ilişkin akademik veri, bilimsel araştırma ve sivil toplum örgütlerinin raporlarından derlediği bilgilere göre, dünyada küresel ısınma ve su kaynaklarının yok olmasının da etkisiyle kuraklık artışı yaşandı.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) verileri, kuraklık sürelerinde de uzama kaydedildiğini ortaya koydu.

WMO’nun 2021 raporuna göre, geçen yıl 2,3 milyar kişi kuraklıkla boğuşurken, kuraklık süreleri 2000’den 2021’e kadar geçen süre zarfında önceki 20 yıla göre yüzde 29 uzadı.

Sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın önündeki en büyük engeller arasında sayılan kuraklıkların, 2050’ye kadar dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını etkileyeceği öngörülüyor.

BM Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) verilerine göre, 2040’a gelindiğinde her 4 çocuktan birinin, kuraklıkla mücadele edilen bölgelerde yaşaması bekleniyor.

Dünyadaki her ülkenin kuraklık riski taşıdığını belirten BM Su örgütünün yanı sıra İspanya Ulusal Meteoroloji ve Hidroloji Servisi (AEMET) ise özellikle İspanya ve Portekiz’de yaşanan kuraklık riskine dikkati çekiyor.

Buna göre iki ülkenin orta kesimlerinde sıcaklığın, 40 derece ortalamasını aştığı belirtilirken geçen yıl, 1931’den bu yana ölçülen “en sıcak yıl” rekorunun ülke topraklarının yüzde 97’sinde kuraklık riskini artırdığı ifade ediliyor.

Dünyada son yüzyılda yaşanan kuraklıkların yüzde 44’ü Afrika’da gerçekleşti

BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi kapsamında açıklanan “Sayılarla Kuraklık 2022” raporuna göre, kuraklık insanların göç etmesine neden olurken kuraklığa bağlı nedenlerle ölümler de gerçekleşiyor.

1900-2019 yılları arasında kuraklığa bağlı nedenlerle 11,7 milyon kişi hayatını kaybederken en fazla kuraklık Afrika’da yaşandı.

Afrika kıtası son 100 yılda 300 kuraklık rekoru kırarken dünya genelindeki kuraklıkların yüzde 44’ü Afrika’da yaşandı. Son yirmi yılda yaşanan 134 kuraklığın 70’i de Afrika’da gerçekleşti.

Avrupa son 10 yılda ise 45 kuraklık yaşadı. Avrupa’da yaşanan kuraklığın faturası 27 milyar doları aşarken kıta topraklarının yüzde 15’i, nüfusun ise yüzde 17’si kuraklıktan etkilendi.

ABD’de ise kuraklığın sadece tarım ürünlerinde ortaya çıkardığı zarar son 100 yılda yaklaşık 250 milyar doları buldu. Kuraklık nedeniyle en fazla ölüm ise Asya’daki kuraklıklarda yaşandı.

Dünya genelinde sellerden sonra en fazla insan yaşamını etkileyen doğal afet olan kuraklık, Hindistan’da gayrisafi yurt içi hasılayı yüzde 2 ila 5 azaltırken Avustralya’da ise 2000 yılından bu yana yaşanan kuraklık tarım üretimini yüzde 18 düşürdü.

Kuraklık günümüzde tahıl üretimindeki düşüşün ve finansal kayıpların ana sebeplerinden biri olarak ön plana çıkarken kuraklık riskinin en yüksek olduğu ülkeler arasında Somali, Zimbabve, Cibuti, Moritanya ve Güney Afrika geliyor.

Kuraklıkla mücadele Orta Asya’da 4,5 milyar doları kurtarabilir

Kuraklıkla mücadelede ise ülkeler farklı yöntemler izliyor. Brezilya 1 milyon hektarlık mera alanını yeniden canlandırmayı planlarken Avustralya ise kuraklıktan etkilenen 25 bin aileye maddi destek sağladı.

İngiltere, su firmalarının kuraklık anında müdahalelerini öngören planlamalar hazırlarken Nijerya 260 bin hektarlık bozulmuş arazinin yeniden tarım üretimine kazandırılması çalışmasını yürütüyor.

Afr100 Girişimi ise 31 Afrika ülkesinin 100 milyon hektarlık bir alanın 2030’da tarım üretimine kazandırılması üzerinde çalışmalarını sürdürüyor.

Orta Asya’da kuraklıkla mücadelede geliştirilecek iş birliğinin ise yıllık 4,5 milyar dolarlık bir kaybı önleyeceği tahmin ediliyor.

Türkiye’nin yüzde 22,5’i yüksek çölleşme riski taşıyor

Çöl alanlarının genişlemesinden ziyade çöl olmayan kurak, yarı kurak ve yarı nemli arazilerin bozulması anlamına gelen çölleşmeye sebep olan ana etken ise iklim değişikliği ile insan aktiviteleri.

Sel, kıtlık, yoksulluk ve göçe sebep olan çölleşmenin dolaylı etkileri ise savaşlarda, erozyonda, gıda üretiminde ve biyoçeşitliliğin azalmasında görülüyor. Bugün dünyanın yüzde 30’unu tehdit eden çölleşme, özellikle Afrika ve Asya ülkelerinin en büyük sorunları arasında yer alıyor.

Bugün dünyada 10 milyondan fazla insanın ekolojik göçmen konumuna düşmesine ve 24 milyar ton toprağın erozyonla taşınmasına sebep olan çölleşme, dünya gündemine 1960’lı yıllarda girdi.

Çölleşme, Türkiye’de risk oluşturan doğa olayları arasında yer alıyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un açıklamasına göre, Türkiye’de toprakların yüzde 22,5’i yüksek çölleşme riski altında bulunuyor.

Meksika’da doğum günü partisine silahlı saldırı: 4 ölü

Meksika’nın Chihuahua eyaletinin Ciudad Juarez kentinde bulunan Denny’s restoranına yerel saatle 11.10’da silahlı saldırı düzenlendi. Restoranda doğum günü partisi yapıldığı esnada gerçekleştirilen silahlı saldırıda, içeriye girerek etrafa ateş açan 2 saldırgan 4 kişiyi öldürdü. Ağır yaralanan 1 kişi ise hastaneye sevk edildi. Görgü tanıkları, 2 saldırganın olay yerine 3 araç konvoyu ile geldiğini söyledi. Polis, araçların tespit edildiğini ve sahiplerinin arandığını duyurdu.